Sağlık Bakanlığı kaynaklarının domuz gribi teşhisiyle ölenleri gün aşırı duyurmasının yanlış olduğunu, hatta haberlerin veriliş şeklinin de abartılı bulduğumu yazdım. İlgililerden es çıkmadı. Bu sorunu ortadan kaldırması gereken Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın tedbir alıp almadığını da bilmiyorum. Sonuç ta ne oldu? Eli kanayan bile domuz gribi bulaşır mı endişesiyle hastanelere koştu. Sağlık Bakanlığı’nın sebep olduğu panik sebebiyle hastanelerin iş yükü arttı, teşhis ve tedavi imkânları ise iyice zorlaştı.
Önceki gün Türk Hava Yolları (THY) Dubai’den dönerken domuz gribine yönelik yolcular tarafından doldurulan formların dağıtılmadığı dikkatimi çekti. Hâlbuki 15-20 gün önce Swiss ile Zürih’ten dönerken bu formu doldurmuştum. Uygulamada bir değişiklik mi oldu, yoksa bu iş tavsadı mı? Milli ve yabancı havayolları farklı uygulamaya mı tabi, bilmiyorum.
Bildiğim ve gördüğüm yurtdışında hiçbir ülkede Türkiye’deki kadar panik havası yok. Olmadı. Türkiye’ye girerken karantinaya alınmış bir ülke havasını hiçbir ülkenin havalimanında şahit olmadım. Yurtdışında Sağlık Bakanlığı makamları paniğe sebep olacak tedbirler alıyorlarken, bizde tam aksine valiler, il sağlık müdürleri, Sağlık Bakanlığı yetkilileri felaket telalığı yapıyor. Aşı kampanyası yürütüyorlar. Bu durum karşısında ben de Başbakan Recep Tayip Erdoğan gibi ‘aşıya hayır’ bayrağı açanlardan oldum.
Uçakta bizim gazetelere göz atarken, ‘60 ölüme neden olan A gribi salgını, acil servislere büyük yük bindirdi. Son 2,5 ayda yaklaşık 13 milyon kişi acile başvurdu, bunlardan yüzde 80'i ise A gribi korkusundan’ Haberi dikkatimi çekti.
Evet, benim korktuğum ve bu sebeple uyarı yazısı yazdığım durum gerçek olmuştu. Paniğe sevk edilen insanımız, A gribi (H1N1) virüsünden ölüm haberleriyle beraber acillere koşmuş. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre; Eylül ayı başından 10 Kasım'a kadar 13 milyon 482 bin 970 kişi hastanelerin acil servislerine koşmuş. Ve tahminen yüzde 80'e yakınını A gribi korkusundan kaynaklanmış.
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Levent Akın da acil servislerin görevinin bu tip hastalardan çok kazalar, yaralanmalar, kalp hastalıkları olduğunu kaydetmiş, ama grip şikâyetleri yüzünden bu tip vakalara yeterli ilgi gösterilmesi konusunda sıkıntı yaşandığını aktarmış. Sağlık Bakanlığı kendi kazdığı kuyuya düşmüş, fakat halen daha farkında değil.
Bir yıl saklanmış meyve yer misiniz?
Garip bir ülke olduk. Her yeniliği, değişimi güzel bir şey gibi sunmakta ise üzerimize yok. Dünya her şeyin tazesine, yenisine koşarken, biz teknoloji sayesinde depolarda saklanabilen, raf ve depo ömrü uzatılan ürünlerle tanıştırılıyoruz. Halen daha tükettiğimiz domateslerin hangisi sera, hangisi hormonlu, hangisi doğal, hangisi yapay, hangisi tarla bilmiyoruz. Ne kadar zamanda yetiştirildiğinden, ne kadar tarım ilacına maruz kaldığından haberdar edilmiyoruz. Normalde 2 ayda yetişmesi gereken ürünlerin hangi mevzuata uyularak hormonlarla 3 hafta soframıza gelmesine fırsat verildiğini de sorgulayamıyoruz. Piyasadaki ürünlerde böyle bir detay da yok.
Bütün bunların üzerine gittikçe çoğalan depolanmış ürünlerle de tanışacak gibiyiz. Peki, depolanmış ürünleri nasıl tanıyacağız? İlla evimize gittiğimizde bir tuhaflık olduğunu hissedip araştırmak zorunda mıyız? Atmosfer kontrol sistemi olarak tanımlanan ve meyvelerin depolama ömrünü 1 yıla kadar artıran sistem, Anadolu'da giderek yaygınlaşıyormuş.
Haber güzelde, Anadolu’da yaygınlaşmasının nasıl bir faydası olacak onu merak ediyorum. Sistemi Türkiye'de uygulayan Agriata Tarım AŞ sistemin meyveciliğin önünü açacağı iddiasında, haklı olabilirler. Ancak neyin önünü açarlarsa açsınlar, yeter ki yaptıkları işten, sattıkları meyvelerin detayından vatandaşı haberdar etsinler. Rusya’nın zirai ilaç kalıntıları sebebiyle haklı olarak geri çevirdiği tarım ürünlerimizi iç piyasada erittiğimiz zamanlarda, sektörün içinden bir isim, ‘Rusya’ya gönderilen ürünler iç piyasaya sürülenlere göre en iyisi çekinmeden yiyin. Çünkü Türkiye içindeki meyve ve sebzeler denetlenmiyor.’ Dediğini dün gibi hatırlıyorum.
Atmosfer kontrollü depoda ürünlerin saklama süreleri soğuk hava depolarına göre yaklaşık 2 kata varan oranlarda artıyormuş. Bu depolara giren ürünlerin besin değerlerinde, şeklinde, şemailinde ne gibi değişim oluyor, merak ediyorum? Bu sebeple depodan piyasaya sürülen ürünlerin etiketlerinde hangi sezonun ürünü olduğu, depo süresi, kaynağı gibi detaylara yer verilmesi gerekir. Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker de doğrusunu yaparak modern depolama projelerini desteklediğini göre bizim uyarılarımıza kulak vermek zorunda…
İsrafın önlenmesi için soğuk hava depolarının yaygınlaşması önemli olabilir, ama kuralları, mevzuatları da olmalıdır. Tüketicinin önüne yılın her ayında meyve koymak üretici ve aracılar açısından önemli, ama ne konduğunun bilinmesi şartıyla…