Perşembe gecesi programı yaptım. Sabahleyin gerisi geriye Dalaman’a uçtum.
Otoparktan aracımı almadan tarifeye bir kez daha baktım.
İlk 1 saat 5,5 TL… İlk 2 saat 8 TL… Yani otoparkta kalış saatiniz arttıkça, her ekstra saate ödediğiniz birim ücret daha da azalıyor. 24 saat kalıyorsanız da, ücret sadece 19 TL gibi makul bir rakam. Hesaplarsak, 1 günlük kalışlarda, saat ücreti 1 TL’nin altına düşüyor.
Kalış süremi hesapladım. Tam 24 saat 45 dakika… Yani 24 saatin ücreti 19 TL’nin yanı sıra, ekstradan 1 saat ücreti daha ödemem gerekiyor…
İçimden dedim ki; eğer Türk aklı ve “kazıklama anlayışı” burada da geçerliyse, benden 24 saat 45 dakika için 20 TL yerine 24,5 TL alacaklar…
Yani otopark ücret sistemi normalde kalınan saat arttıkça “azalan oranlı” işliyorsa, bizimkiler 24 saatten sonrasını otoparktaki levhaya yazmadıkları için, deyim yerindeyse “sayacı sıfırlayacaklar” ve 24 saatten sonraki her girişimi yeni giriş gibi sayıp, ücretlendirecekler. (!)
Yanılmamışım!!!
Çıkışta otopark kartını uzattım, görevli 24,5 TL istedi. Ve kafayı önceden taktığım için yukarıdaki açıklamalarımı yapıp, haklı olup olmadığımı sordum…
Görevli “suçüstü yakalanmış gülümsemesi” fırlattı. Diyecek lafı yoktu, otopark müşterisini açık açık kazıklıyorlardı. Yaptığı işin savunulacak bir tarafı yoktu.
Müşteriye “yersen” de diyemiyor, mecburen “pişmiş kelle sırıtması” yapıyordu.
Otopark görevlisi zaten sadece bir çalışan olduğundan, kendisiyle tartışma niyetim olmadığı gibi, ekstradan 5 TL ödemeyi de aslında önemsemiyordum.
Bu yüzden görevlinin yaptığı savunmaya cevap bile vermedim:
“Ağabey, valla Devlet Hava Meydanları’nın talimatı, o yüzden böyle ücretlendiriyoruz.”
Salladığının farkındaydım ama sonuçta Dalaman’ın otopark işletmesini yapan Çelebi’yi böyle başı boş bırakan DHMİ’ydi…
Görevliye teşekkür edip, bu konuyu Bugün Gazetesi’nde yazacağımı söyledim…
Şimdi sözümü tutuyor ve yazıyorum…
Derdim de yediğim 5 TL’lik kazık değil; bir “anlayış yanlışlığını” sergilemek…
Tarifede 24 saatten sonraki her saat için kaç lira alınacağı yazılmamış.
Ortada bir “boşluk” var ve biz Türkler her boşluğu müşterimizin aleyhinde kullanıyoruz.
Çelebi’nin yapıp, DHMİ’nin de seyrettiği “rezalet”in asıl adı, “tüketicinin her fırsatta oyulması”dır…
Ve “kuralın konmadığı her boşluğu kötü kullanmak” biz Türkler’in vazgeçemediği “genel sorunu”dur!!!
Bencik Koyu’nda MKE Tesisleri…
Geçen hafta Selimiye’den Bencik Koyu’na yelken bastım. Bencik’te Maden Tetkik Arama’nın tesisleri var.
Her nasılsa MTA (kesin maden arama numarasıyla) güzelim sahili kapatıp, plaja çevirmiş. Sanırım kendi personeline burada ucuza tatil olanağı sağlıyor.
MTA’nın tesisi, iskelesine yabancıları (hiçbir tekneyi) yaklaştırmasa da, koya gelenler tesisin büfesinden yararlanabiliyor. Ancak dağın başında büfe yapmışsın, kaşarlı tosttan ve bir iki içecek çeşidinden başka bir şey bulundurmuyorsun, inanılacak gibi değil…
Tam da Bencik’ten dönerken Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım aradı. Güzelim koyu, MTA’nın nasıl parsellemiş olduğunu anlattım. Bakan Yıldırım, gülerek “biliyorsun memleketin en güzel yerleri hep devletin elindedir” dedi.
Kendisine de söylediğim gibi, Türkiye’nin “eski gizli komünist sistemi”nden kalma böyle tesisler var.
Şahsi görüşüm, hiçbir devlet kurumunun kendine özel dinlenme tesisi olmaması yönünde. Ya da madem yapmışsınız, adam gibi işletin, ıssız koya gelen 40 çeşit millete de “memleketin reklamı olsun” diye büfesiyle, lokantasıyla kaliteli hizmet verin…