İşçiler bu sayının 50’ye ulaşabileceğini söylerken, kabin hizmetleri ise “Haberimiz yok” diyor. Yani uçucu ekiplerin “verimsiz” olduklarına uçuş birimleri değil Personel Başkanlığı karar vermiş.
Üstelik “savunma” istenen çalışanlar, o psikolojiyle uçuş yapmayı sürdürüp, önceden hazırlanmış olan programları tamamlandıktan sonra işten atılıyorlar. Anlayacağınız; THY yönetimi iş güvencesi olmayan emekçileri verimlilik/performans kozunu kullanarak “terbiye” etmeye çalışırken, sade iş güvenliğini değil yolcuların can güvenliğini de tehlikeye atıyor.
Hava-İş Sendikasının tüm bu olup bitene verdiği tepki ise Sendika Başkanının katılmaktan imtina ettiği birkaç basın açıklaması ile sınırlı.
“Kimse bizim sabrımızı sınamaya kalkmasın” tadındaki ilk açıklama işçiler arasında şaşkınlıkla karışık bir heyecan yaratsa da, “Ey THY Yönetimi bilesin ki; işçileri desteklemeye hazırız” mealindeki ikinci açıklamayla beraber şiddetli kınamanın dozu derhal olması gereken “barışçıl” düzeye çekiliyor!
Bununla beraber sendikanın bu konuda yaptığı son açıklama ise yandaş sendikacılığın bile sınırlarını zorlayacak nitelikte. 10 gün önce yapılan bu açıklamada, bugünlerde sıkça duymaya alıştığımız “kınıyorum”- “hiper kınıyorum”- “süper kınıyorum” gibi ifadelerin ardından, işten çıkarmaların ramazan ayına denk gelmesi dolayısıyla patrona sitem eden sendika yönetimi ramazanın aslında “bağışlanma” ayı olduğuna dikkat çekiyor.
Yani “yeni” Türkiye’nin yeni Hava-İş’i; patrondan af dileme, himmet dilenme çizgisinde tarif edilmiş bir “sendikacılık” anlayışını hayata geçiriyor. Zaten işçiler de, işe iade davalarını kazanıp dönerken bile “Patronun canını sıkmamak” konusunda sendika yönetimi tarafından uyarıldıklarını ifade ediyorlar.
Türkiye’nin en mücadeleci sendikalarından birinin sadece 7 ayda yaşadığı bu deformasyon Türkiye sendikacılık hareketi açısından ibret vericidir. Ayrıca kaybedilen, sadece Hava-İş üyelerinin değil işçi sınıfının mevzisidir. Ancak bu gelişmeler Aralık 2013’teki Hava-İş Genel Kurulunu izleyen hiç kimse açısından sürpriz değildir. Ve Genel Kurulu boykot eden delegeler açısından da olmamalıdır.
Hava-İş Sendikasının yeni yönetimi, patron ve hükümetin doğrudan müdahil olduğu bir kongre sürecinin ardından göreve geldi. İşe iade davalarını zaten kazanmış olan 305 işçiyi işe döndürmeyi vadederek yönetime talip olan sendika başkanı ise bu davalarda işçilere karşı THY yönetimi lehine şahitlik yaptığı mahkeme tutanaklarına geçmiş biri. Mahkemede verdiği ifadede “Kararsız kalmış uçucu ekibe uçmaları telkininde bulunmak üzere görevlendirildiğini” söylüyor.
Yani yeni Hava-İş’in Başkanı, yandaş tutumunu grev kırıcılığı ile taçlandırmış bir “sendikacı”. Üstelik bunu patron talimatı ile yaptığı da kayıtlara geçmiş.
ILO’nun 87 sayılı Sözleşmesi sendikaların devlete karşı, 98 sayılı Sözleşmesi ise işverene karşı bağımsızlığının güvencesidir. Türkiye her iki sözleşmeyi de onaylamış ve benzer hükümleri iç hukukuna da aktarmıştır.
Buradan hareketle Hava-İş yönetiminin hukuksal geçerliliğini sorgulamak için artık çok geç olsa da; yeni yönetime oy veren delegelerin de, önce grev kırıcılık yapıp sonra oylamayı boykot edenlerin de iradelerini Genel Kurulda dile getirilen bu mahkeme tutanaklarını bilerek kullandıklarının altını çizmek gerekir.
Son olarak, atılan işçiler büyük ölçüde greve katılanlar olmakla beraber içlerinde önce greve çıkıp sonradan işbaşı yapanların olduğu da söyleniyor.
Ne diyelim, boşuna bağırmıyorlarmış demek ki; ‘Kurtuluş yok tek başına’ diye. Bir bildiği varmış bu direnen işçilerin.(KAYNAK:evrensel.net)